Fethiye'ye adım atar atmaz, bavulları otele bırakıp düştük Saklıkent in yollarına ve muhteşem bir gün geçirdik. Bunu önceki yazımda anlatmıştım. Peki Fethiye/Ölüdeniz gezimiz bununla bitti mi , elbette ki hayır!Şimdi eğer Fethiye ye gittiyseniz mutlaka yapılması gerekenler diye bir liste çıkarmanız gerekecek. Tabii keşke buraya yazdığım kadar ile sınırlı olsa, ne yazık ki değil 3 gün, 15 gün olsa anca gezilir.
Listeye geçmeden önce Fethiye nin adının antik çağlarda Telmesos, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise uzak kent anlamına gelen Makri ve Meğri olduğunu günümüzde kullanılan son adının ise ilk şehit Türk pilotu Fethi beyden aldığını belirtmek isterim.
Tabii tek yazıya sığdıramayacağım için Fethiye yazımı da 2 bölümde aktarıyor olacağım. Siz takibi bırakmayın...
Haydi listeye başlayalım, adı da şöyle olsun;
FETHİYE’DE GÖRÜLMESİ GEREKEN YERLER
-Ölüdeniz Milli Parkı’nı görmeden buralara geldin sayılmaz
Deniz kıyısına gidene kadar; "yaa hani resimlerde gördüğümüz o sahil nerede" diye aranıp duruyorsunuz. İçeri girip uzunca bir yol yürümeden o sahneyi görmek mümkün olmuyor ne yazık ki.
Otoparkı mevcut, fakat arabalı girişlerde 20 TL yi gözden çıkarmanız gerekmekte. Yaya olarak girecekseniz kişi başı 6 TL. Tabii ki şezlong ve şemsiye ücreti hariç.
Yaya da girseniz, arabalı da olsanız eğer ki uç kısma gitmek istiyorsanız; o sıcağın altında uzunca bir yürüyüşü göze almalısınız.
Hatta Wc ye ve duşlara da yürüyüş biraz mesafeli. Çocuklar her defasında bu yolu yürümeyeceğinden denize girerken fazlaca sıcak su size de garip gelmez diye düşünüyorum.
İçerisinde karnınızı doyurabileceğiniz kantini mevcut. Kaliteli ve aşırı pahalı olmayan bir yer.
Bunların dışında yemyeşil dağların arasında, berrak suyu ve manzarası ile sizi büyüleyeceğine hiç şüphe yok.
Yürürken güneş ışınlarınız kesilirse kafanızı kaldırıp gökyüzüne bakın, tam üzerinizde yamaç paraşütü yapan arkadaşla göz göze gelebilirsiniz. Görüntü müthiş, insanın hemen gidip atlayası geliyor.
Tekneyle yaklaşık yarım saat içerisinde ulaşım sağlanıyor. Sahilden tekne; sabah 11:00 de kalkıyor fakat siz 10:30 da orada olmalısınız yoksa dolduğunda saati beklemeden vınnn..
Burası "kimse karışmasın" hayatı yaşamak isteyen gençlerle dolu, bungalow ve çadır kiralayıp kalabilirsiniz. Ay ışığında ateş başında oturabilir, araç ve insan gürültüsü olmadan mutlulukla uyuyabilir ve yeni arkadaşlıklar kurabilirsiniz.
Peki bana göre mi elbette ki hayır. Her türlü konfordan uzak, börtü böcekle birlikte uyumak, sınırlı sayıda, hepsi bozuk ve açık havadaki wc konuları olmasa düşünebilirim belki :)
Biz günübirlik gittik. Geri dönüş saatleri 13:00 – 14:00 - 18:00. Kaçırırsanız size iyi eğlenceler.
Etrafınız uçurum şeklinde dağlarla çevrili, denizi normalde harika (tabii sürekli işleyen teknelerin bu güzelliği bozduğunu düşünmekteyim). Film setinde gibi hissedeceğiniz bir yer.
Dalgalı bir günde gittiğimizden tekne ile ulaşım bizi ve diğerlerinin midesini bayağı yordu. Bu ihtimali göze almanızı öneririm.
Eğer vadinin içine girer ve zamanını tutturabilirseniz kelebekleri yakından izleyebilirsiniz. Biz genelde arılarla haşır neşir olduk da :)
Yemek yiyebileceğiniz ufak salaş bir balıkçı var. Biz balık ekmek yedik (10 TL), kalamar,salata, karides, meyve hepsi mevcut.
Biz hem Kelebekler Vadisi için hem de Marmaris te tekne turu yaptığımızdan katılmadık. Fakat vaktiniz varsa siz; muhteşem koylar ve sınırsız öğle yemeği ile mutlaka denemelisiniz.
Şnorkel ve gözlüksüz gitmek çok büyük hata olur. Akvaryum ve Kleopartra koyları seyretmeye fazlasıyla değer.
-Yörük Müzesinde kahvaltı
Fethiye ye geldiniz ve burada kahvaltı etmediyseniz bu gezi tamamlanmış sayılmaz haberiniz olsun.
Kargı Köyüne girdikten sonra kime sorsanız size gösterecektir. Sahibi Enver Yalçın yıllar önce Anıtkabir e gitmiş ve Kurtuluş Savaşı müzesini gezip çok etkilenmiş, o günden sonra tüm Akdeniz’i , Fethiye'nin 71 köyünü dolaşıp, binlerce parça eşyayı toplamış ve sahiplerinin isimleri, resimleriyle beraber sergilemekte. Kimler gezmemiş ki burayı; ayrıntılı bilgi için; http://www.yalcinapart.com/tr/apart/museum.asp
Kundaklanıp, bir kısmının yanmasına rağmen yeniden açılabilmiş.
Bunun yanında kırk defa saymama rağmen doğru rakamı bulamadığım ama 20 nin üzerinde çeşidi olan muhteşem kahvaltısı ise tam bir ziyafet. Neler yok ki; çemen,çıtır çıtır pişmiş göz yumurta, bal,reçel,köy ekmeği, bahçesinden sebzeler,kaynamış leziz patates, katmer, bazlama, özel meyve suları..vs daha sayamayacağım neler neler...
Hiç kalkmak istemeyeceksiniz, kahvenizi de alt kattaki sofralarda içmenizi tavsiye ederim. Bir amca da arkadan sürekli fon müziği yapmakta.
Keyifle tavsiye ediyorum.
Annemin ilk evlilik zamanlarından kalma(17 yaşında) kaya mezarlarının önünde bir resmi vardı, her gördüğümde özenirdim ama gitmek bugüne nasip oldu.
Şimdi öncelikle şunu söylemeliyim yakından resim çekeyim derseniz bizim gibi tamı tamına 213 adet basamağı çıkmayı göze almalısınız. Annem 17 yaşında hoplaya zıplaya çıkmıştır ama bizi bayağı zorladı itiraf edeyim.
En yukarıda, en görkemli, denize cephesi ve iki sütunu olan ion tapınağı tarzındaki bu kaya mezar, Hermepias'ın oğlu Amyntas'a ait olup M.Ö. IV. yüzyılda yapılmış.
Dağın diğer yerlerinde de mezarlar bulunmakta fakat daha düşük rütbeli oldukları kesin. Çünkü hem daha ufak hem de daha aşağı kısımda yer alıyor. Bu arada gördüklerimizin haricinde toprağın altında da mezarlar bulunmaktaymış, depremlerle kapanıp gitmişler.
Burası Fethiye nin sembollerinden en önemlisi. Görkemi karşısında şaşırıp kalıyorsunuz.
Koca bir dağın içine oyulan bu mezarlar bir yanda müthiş manzarası, ihtişamıyla güç göstergesi iken, diğer yandan da ne kadar zengin ve güçlü olursan ol, her şeyi bırakıp gidiyorsun demek ki diye düşündürüyor. İki zıt duyguyu aynı anda yaşatıyor insana.
Beni en çok sevindiren annemle çok farklı yıllarda aynı yerde fotoğraf çekilebilmemiz oldu. Anasının kızı Özlem :)
Mübadele zamanında boşaltılan bir Rum Köyü burası. Ulaşmak için Hisarönü tatil beldesine geldiğinizde Karymlassos/Kaya Köy tabelalarını izleyin.
Kayaköy, kimi kaynaklara göre 11. yüzyılda, kimilerine göre ise 14. yüzyılda bölgede yaşayan Rumlar tarafından Likya uygarlığının kalıntıları üzerine kuruluyor. Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”sinde de sözü geçen ve Rumca ismi Levissi olan Kayaköy’ün, 20. yüzyılın başına kadar zengin bir kent olarak yaşamını sürdürdüğü biliniyor.
1912 yılında 6500 kişilik nüfusa ulaştığı bilinen köy, kilise, eczane, hastane ve hekimleri, okulları, postanesi ve zanaat atölyeleri ile yörenin en büyük sosyal ve ticaret merkezi konumunda. Aynı zamanda bir basımevi de bulunan köyde, tüm Güney Ege’nin en güçlü gazetesi olan “Karya” çıkartılıyormuş.
Buraya turistler genelde ya Jeep turuyla ya da at ile grup olarak geliyorlar. Görüntü ilginç değil mi.
Kayaköy zamana dayanamamış, fiziksel olarak çok iyi durumda değiller fakat Kilisesi, okulu, evleri hepsini görebiliyorsunuz.
Sokaklarında gezerken geçmişe yolculuk yapıyorum sanki hala çocuklar koşturuyor, kadınlar sohbet ediyor, kimi kilisede dua ediyor. İnsanın içi acıyor ne acılar yaşandı kimbilir.
Evini yurdunu terketmek kadar acı, ne olabilir, acaba sonradan gelip gezdiler mi buraları diye sohbete dalıyoruz sevgiliyle.
Fotoğraf çekmek için harika bir yer, tarihe siz de bir ucundan dokunmak isterseniz, buraya mutlaka uğramalısınız.
-Saklıkent Kanyonunda serin bir eğlence
Bir çobanın keçisini kaçırıp, keşfetmesiyle koruma altına alınan bu muhteşem kanyon mutlaka görülmeli.
Yaklaşık 15 Km uzunluğunda, debisi yüksek ve belinize kadar gelen bir suyun içinden geçip, kanyonda ilerleyebiliyorsunuz.
Tonlarca ağırlığındaki taşların yanında ve 2 dağın arasında en dipte giderek, kendinizi film setinde hissetmeniz olası.
Rafting yapabilir, suların üzerindeki sofralarda yemeğinizi yiyebilir, sıcak yaz günlerinde kendinizi kızgın kumlardan serin sulara atlamış gibi hissedebilirsiniz.